Bireyselleşme: Toplumda, Çocukluk ve Ergenlik Çağında Bireyselleşme Nedir? Ve Daha Fazlası
Psikoloji bilim dalında, sık kullanılan, önemli bir kavram olan “bireyleşme”, dengeli ve tutarlı bir kişilik oluşturma sürecine verilen addır. Kişi, bireyleştikçe, giderek, ana babasından ve çevresindeki diğer kişilerden ayrı bir benliğinin olduğu algısını kazanır. Carl Jung, kişilik gelişimi çalışmalarında, “bireyleşme” terimini çok sık kullanmıştır. Ayrı bir kişilik geliştirme süreci, ergenliğin önemli bir amacı olmakla birlikte, kişinin yaşamı boyunca da süren bir süreçtir.
Jung’a göre, yaşamın amacı, kişinin kendi gizilgücünü gerçekleştirmek, kendi gerçeklik algısının ardına düşmek, kendi yolunda kişisel bütünlüğünü sağlamak ve kendini bulmaktır. Ona göre bireyleşme, bir gelişme süreci değil, daha çok “kendi” olmaktır.
Bireyleşme, yaşam boyu süren bir süreçtir, ancak önemli bir kesimi ergenlik ve genç erişkinlik yıllarında gerçekleşir. Bireyleşme sürecinde, ergenler, özel bir yaşamlarının olmasını isterler. Bu süreçte, ana babalar, çocuklarının kendi odalarında zaman geçirmek istemelerine alışmalıdırlar. Çocukları, bir okul gününde neler olduğu ya da arkadaşları ile aralarında neler geçtiği konusunda artık açık olmayabilirler. Kendilerine sakladıkları sevgili ilişkileri ya da özel birtakım kırılganlıkları olabilir.

Bireyselleşme ve Yalnızlaşma
Toplumsal olarak hareket etmenin nice yıldır çeşitli güzellikleri ile birlikte pek çok tahribatına da maruz kalmış bir toplumuz. Toplumsal baskı yüzünden mutsuz olan, istemediği işlerin, istemediği seçimlerin içinde kendini bulan sayısız hikâye duyarız biliriz, hatta kendi hikayemiz de bunlardan biri olabilir. Dolayısıyla son yıllarda bireyselleşmeye çok açlık hissettik. Kimse bize karışmasın, bir şekilde kendimize kalalım, ne istediğimize kendimiz karar verelim, biz sormadan kimse bize akıl vermesin istedik. Haklıydık elbette. Nihayetinde, bunu isterkenki amacımız, kendi arzu ettiğimiz hayatı istediğimiz yöne doğru inşa edip çevremize daha faydalı bireyler olabilmekti. Fakat işler öyle bir noktaya geldi ki “faydalı olacak çevreden” kendimizi mahrum eder olduk. Yalnızlaştık, hassaslaştık, incinmeye kapalı hale geldik.
Halbuki, bir ilişkinin derinleşmesi ve gelişmesi için o ilişkinin her duyguya açık olması gerekir. Bugün ise ilişkilerimiz bize sadece “iyi şeyler hissettirsin” istiyoruz. Zorlayıcı hislere yer açmadığımızda, izin vermediğimizde öteki ile diyaloglara daha kapalı, daha ihtiyatlı ve daha kaygılı giriyoruz. Böyle böyle daha yalnız, daha “kimseler tarafından anlaşılmayan”, daha izole bireylere dönüşüyoruz.
Aslında artık daha çok kişiyi tanıyoruz ve daha çok kişinin hayatını biliyoruz. Fakat birbirimizin hayatına çok daha az dahiliz. Konuşmalarımızın süresi kısaldı. Güçlü ve mutlu görünmek hayattaki ilk görevimizmiş gibi… Birbirimizi sıkmamak ve bazen de utanmamak adına dertlerimizden konuşamaz olduk. Bin çeşit ikramın olduğu sofralar ve aşırı düzenli evlerde insanları ağırlamanın gerekliliği, karşımızdakinin duygusuna temas etme ihtiyacının önüne geçti. Dürüst olma arzumuzu güçlü görünme kaygısı baskıladı sanki. Bu iyi bir şey değil. Bir orta noktada buluşmak durumundayız.
Her insanın bireyselleşme çabası büyük ölçüde kişiliğinin gelişim sürecine bağlıdır. Oysa, geleneksel toplumlar batı toplumlarına göre bireysellikten oldukça uzaktır. Çünkü, doğu toplumlarının batı toplumlarına göre bazı değerleri günümüz çağdaş dünyasına hitap etmemektedir. Öyle ki, çoğu geleneksel toplumda bu gün dahi çocuk yetiştirme biçimi bireyselleşme çabalarına engel olmaktadır. Çünkü, çocuk yetiştirme biçimi geleceğin yetişkinlerinin bireyselleşme ve bireyselleşmemesinde temel rol oynamaktadır. Geleneksel toplumlarda bireyselleşememenin en önemli nedenlerinden biri ise, çocuklara ebeveynleri tarafından kazandırılan değer ve tutumlarının bireyselleşmeme yönünde çocuklara ve dolayısıyla yetişkinliklerine yansımalarıdır. En açık örneği çocuklara uygulanan otoriter tutum ve davranışlarıdır. Bu durum çocuğun ileriki yaşamında bireyselleşememesi ile sonuçlanmaktadır.
Örneğin, şiddettin yaygın olduğu geleneksel yapılarda yetişkinlik yaşamında bireyselleşmenin mümkün olması zordur. Çünkü, çocuk bu şiddet içeren davranış kalıbını kişiliğinin bir parçası haline getirmektedir. Otoriter tutum, bireyselleşmeye bağımsızlaşmaya engel olan en büyük etkenlerden biridir. Çocuğun bu şiddet içeren tutumu kendisine mal ettiğinden, fiili ve psikolojik şiddeti benimsemektedir. Bu şiddet türlerine sahip olan bir insanın iç dünyası da çatışma içinde olacaktır. Bu çatışmaları yaşayan bir kişi sağlıklı bir ebeveyn, çalışan ve yurttaş olmakta, kuşkusuzdur ki, zorlanacaktır. Çünkü bireyselleşme ve bağımsızlaşma, hoşgörü ve adalet öğelerini içerir. Hoşgörü ve adalet öğelerinden yoksun kişiler ve toplumlar bireyselleşemez.

Çocuklarda Bireyselleşme Çabaları
Çocuklar, doğdukları andan itibaren kendilerini tanımaya ve çevreleriyle etkileşime geçmeye başlarlar. Bu süreçte çocuklar; kendi isteklerini, duygularını, düşüncelerini ve yeteneklerini keşfederken, aynı zamanda bağımsız birer birey olduklarını fark etmeye çalışırlar. Bu, çocukların bireyselleşme çabası olarak adlandırılan bir olgunlaşma sürecidir.
Bireyselleşme çabası; çocukların kendilerini ifade etme, karar verme, sorumluluk alma, sınırlarını belirleme ve özgüven geliştirme becerilerini kazanmalarını sağlar. Bu beceriler, çocukların hayat boyu başarılı ve mutlu olmaları için gerekli olan temel unsurlardır. Ancak bireyselleşme çabası aynı zamanda çocukların anne babaları veya çevreleriyle çatışma yaşamalarına da neden olabilir. Çünkü çocuklar, bireyselleşme sürecinde, kendilerini kabul ettirmek, isteklerini gerçekleştirmek ve kontrolü ele geçirmek için inatlaşma, karşı gelme, isyan etme gibi davranışlar sergileyebilirler.
Bu davranışlar, çocukların “Ben de varım!” mesajı vermeye çalıştıklarının bir göstergesidir. Çocuklar, bu mesajla, kendilerine saygı duyulmasını, fikirlerinin önemsenmesini, seçimlerine öncelik tanınmasını ve bağımsız hareket edebilmeyi talep ederler. Bu talepler, çocukların bireyselleşme sürecinin doğal bir parçasıdır ve olumlu bir şekilde karşılanması gerekir. Ancak, bu taleplerin karşılanması, çocukların her istediklerinin yapılması anlamına gelmez. Çocukların bireyselleşme çabaları, onların gelişimine katkı sağlayacak şekilde desteklenmeli, ancak aynı zamanda onlara uygun sınırlar ve kurallar da belirlenmelidir.
Bireyselleşme çabası, çocukların yaşına, kişilik özelliklerine, aile yapısına ve kültürel faktörlere göre farklılık gösterebilir. Genellikle, bireyselleşme çabası, iki yaş civarında başlar ve ergenlik dönemine kadar devam eder. Bu dönemlerde, çocukların bireyselleşme çabaları daha yoğun ve sık görülür. Bu nedenle, bu dönemlerde ebeveynlerin çocuklarıyla iletişim kurmaları, onları anlamaya çalışmaları, onlara sevgi ve güven vermeleri, onlara seçenekler sunmaları, onları dinlemeleri ve onlara saygı duymaları çok önemlidir.

Ergenlikte Bireyselleşme Çabaları
‘Değersizleştirme’ sürecinde ergenler, anne-babalarıyla aralarına duygusal anlamda bir mesafe koyarlar. Bu, onların ‘ayrışma’ sürecine girdiklerini gösterir. Ergenlerin bireyselleşebilmeleri için ‘ayrışma’ sürecinde geçmeleri gerekir. Eğer ergenler, anne-babalarının kanatlarının altından çıkamazlarsa uçmayı öğrenemezler.
‘Bireyselleşme’ süreci 2 yaşantıyı içerir:
- Anne-babadan ayrılma ve vazgeçme,
- Aile dışında anne-babanın başka karşılıklarını bulma.
Anne-babalarıyla ‘ayrışma’ya giren ergenler, kendilerine anne-babalarının yerine geçecek yeni sevgi ve destek kaynakları ararlar ve de aradıklarını arkadaşlarında bulurlar. Bu dönemde yalnızlık içine düşerler ve de bu yüzden yalnızlık ve boşluk duygularını doldurabilecekleri yeni ilişki ve arkadaşlara gerek duyarlar.
Ergenlerin bu dönemdeki en önemli görevleri bağımsızlaşmaktır. Bunun için anne-babalarına bağımlılıklarından vazgeçmeleri; onlardan bir miktar uzaklaşıp kendilerini ve çevrelerini büyümüş düşünme, yargılama ve sentez yeteneklerini kullanarak gözden geçirmeleri gerekir. Anne-babalarından uzaklaşmaları, ergenleri aniden bir boşluğa düşürür. Zaten hayat da, artık ergenlere eskisi kadar bağımlı olma iznini vermez. Mesela anne-babalar, sık sık ergenlere ‘Sen; artık büyüdün, çocuk gibi davranma,’ gibi mesaj içeren cümleler kurarlar. Bu yüzden bağımsızlık, ergenler için hem bir gereksinim hem de bir zorunluluktur.

Bağımsızlık, çevreyle tüm bağları koparmak anlamına gelmez. Çocukluklarında sağlıklı bağlanma yapabilmiş ergenlerin ‘bağımsızlaşma’ süreçlerinde daha az çatışma yaşayarak sakin bir şekilde anne-babalarından ayrılıp ayakları üzerinde durabildikleri kabul edilir. Bu dönemde bağımsızlaşmaları gereken ergenler, bu nedenle ‘sanki bağımsızmış gibi’ davranırlar. Sağlıklı ilerleyen süreçte adam yerine konmak isterler, sözlerini geçirebilmek için kimi zaman isyankâr davranırlar çünkü kendi düşüncelerini ayırmaya çalışmaktadırlar. Ancak dönemin sonuna kadar tam anlamıyla bağımsızlaşamadıklarından ve ruhsal yapıları yeterli olgunluğa erişmediğinden bazen anne-babalarına yakınlaşıp onların desteğini alma gereği duyarlar. Bu bir çeşit yakıt ikmalidir; kendini dışarıda yeni rollerde deneyip bazen başarılı olup bazen de engellenip hayal kırıklığı yaşayıp bunun sonucunda gücü tükenen ergenler, yeniden güven depolamak için en yakını olan kişilere yardım almak için koşarlar. Bu dönemin daha sağlıklı ve daha az sancılı geçebilmesi için anne-babaların ergenlerle ilişkilerini kimi zaman biraz mesafeli kimi zaman da kendilerine yakınlaşmalarına izin verecek şekilde sıcak tutmaları gerekir.
Anne-babalar, bu dönemde ergenlerle ilişkilerinin bir daha asla eskisi gibi olmayacağını düşünüp kaygılanmamalıdırlar. ‘ayrışma’, ilişkilerinin yeniden düzenlenmiş halidir. Bu dönemde ergen-anne-baba ilişkisi, yeni bir hal alsa da duygusal olarak kopmamaktadır. Ergenlerin ‘bireyselleşme’lerinin ilk işaretlerinden biri, anne-babalarını idealize etmekten vazgeçmeleridir. Sağlıklı olarak bireyselleşip olumlu bir ruh sağlığına sahip olmalarıysa, yakın aile ilişkileriyle oluşur. Anne-babalar ergenlerin ‘bireyselleşme’lerine engel oldukları takdirde ergenlerde kaygı, depresyon ve başka psikolojik sorunlar; meydana gelebilmektedir. Ergenlerin kimliklerini oturtup ruhsal ve duygusal anlamda farklı bir birey olmayı başarabilmeleri için anne-babaların desteği gerekir. Kendi ‘bireyselleşme’lerini çözemeyip duygusal olarak belirli bir olgunluğa erişemeyen anne-babalar, ergenlerin bağımsız düşünmelerini bir tehdit olarak algılayıp kontrolü elden bırakmak istemezler. Bu yüzden bazen bilerek bazen de istemeden ergenlere engeller koyarlar.
Kendi ‘bireyselleşme’sini tamamlayamamış anne-babalar, ergenlere karşı çok acımazsızdırlar. Böyle anne-babalar, ergenlerle eşit güçte bir kriz yaşadıklarından onların ‘bireyselleşme’ ve ‘özerklik’ yönündeki çabalarını sabote edebilirler. Böylece duygusal kayıplardan kaçınıp kendilerini yaşlanma ve rollerin yeniden değişmesi konusunda rahatlatabilirler.
Bu süreçte hem ergenler hem anne-babalar, eşit güçte bir kriz yaşarlar. Ergenler yoğun duyguların etkisi altındayken anne-babalar, onların şu anki durumları ve başarılarıyla ilgilenmektedirler. Ergenlerin başarı ve sorunları, adeta kendilerinin başarı ve sorunlarıdır. Ergenlerin yaptıklarıyla övünür, yapamadıklarıyla başarısızlık ve hatta suçluluk hissederler.
‘Bireyselleşme’, salınımlı bir süreçtir. Ergenler, bu süreçte bir yönden bir yöne savrulup birbirlerine zıt duygular yaşarlar. Sevgi ve nefret duyguları arasında gider gelirler. Bir taraftan bağımsızlaşmaya çalışırlar bir taraftan da bağımlılık arayışı içindedirler. Uçlarda dalgalanmalar yaşarlar. Bu süreçte ergenlerin değer yargıları ve vicdanları, önemli değişmeler geçirir. Ergenler; bu süreçte aşırı doğruculuk, yargılarında keskinlik, mutlak doğrulara inanma, yüceltme ve değersizleştirme ve esnek olmayan kurallar içindedirler. Süreç içerisinde katı tutumlarını esnetip değer yargılarını olgun ve yumuşak bir hale sokarlar.

Bu süreçte ergenler, anne-babalarını daha gerçekçi değerlendirirler. Çocukluk ideallerini geride bırakırlar. Anne-babalarının mükemmel olmalarını beklemekten vazgeçerler. Onları iyi yönleri ve kusurlarıyla kabul edebilecek bir olgunluğa erişirler. Kendileri ve çevreleri hakkındaki beklentilerini dış gerçeğe uygun bir şekilde ayarlarlar. Eğer kendi potansiyellerine uygun gerçekçi amaçlarını içselleştirirlerse özgüven duygularını sürdürebilirler. Olgunluk, ‘bireyselleşme’ye bağlıdır. ‘Bireyselleşme’, büyüyen insanın ne yaptığı ve ne olduğu konusunda giderek artan bir şekilde sorumluluk almasıdır. Eğer ergenler, tüm sorumluluğu anne-babalarına ya da başkalarına yüklerlerse bu kişileri karşı konamaz olarak algılamaya ve yabancılaşmaya başlarlar. Karşı koyabilme, olgunlaşmayı gösterir. Ergenlerin anne-babalarından ‘ayrışma’ları yetersiz olursa ve bu durum ergenlik sonuna kadar çözümlenmezse çeşitli sorunlar, ortaya çıkar. Bunun sonucunda ergenler, yetişkinliğin gereklerini yerine getiremeyecek bir bağımlılık içinde kalırlar. Erişkin rolünde aksamalar, ortaya çıkar. Bunun sonucunda kendi doğruları ve kararları olmaz.
Olumlu bir psikolojik gelişim, ergenlerin bağımsız olmaları ve karşılıklı bağımlı işlev görme kapasitesine sahip olmalarıyla mümkün olur. Yani ergenlerin hem bağımsız olmaları hem de anne-babalarıyla olan ilişkilerinde onlara bağlı olmalarıyla mümkün olur. Ki anne-babalar da, bunu isterler. Bağımsız ama bağlı olmak…
Bu dönem; sırf ergenler için değil, anne-babalar için de oldukça kafa karıştırıcıdır. Anne-babalar, ergenleri anlamaya özen göstermeli ve bu dönemin dinamiklerinin farkında olmalıdırlar. Anne-babalar için çocuklarının büyüdüğünü ve bireyselleştiğini görmek, onlarda sevinç ve hüznün iç içe girdiği çelişkili duygular ortaya çıkarabilir. Sırf ergenler değil, anne-babalar da, bu döneme adapte olup kendilerini şartlar doğrultusunda değiştirebilmelidirler. Anne-babaların en zorlandıkları konulardan biri, ergenlere nerede sınır tanıyıp ergenleri nerede özgür bırakmak gerektiğidir. Ergenlerin en önemli ihtiyaçlarından biri, belli sınırlar dâhilinde güvende hissederken farklı bir kişi olarak tanınma ve fark edilme özgürlüğünü yaşamaktır. Ergenler, sınırları zorlarlar çünkü kendi sınırlarını keşfetmeye çalışmaktadırlar. Bu yüzden anne-babalar; ergenlere tehlikeli riskler yerine kendilerini zarar vermeyecek alanlarda inisiyatif kullanmaları için alan tanımalı, bağımsızlaşmaları için izin vermeli ve onların güvenliği için her zaman var oldukları mesajını vermeliler. Ergenlerin güvenli bir özgürlük yaşayabilmeleri için anne-babalar; ergenlerin bu dönemde geçirdikleri ruhsal ve bedensel değişimlerin, cinsel olgunlaşmanın farkında olup onları bu konularda bilgilendirmelidirler. Böylece ergenler; güvenle yetişkinliğe adım atarlar, aksi takdirde büyümek için sabırsızlanmalarına rağmen yetişkinlik korkutucu göründüğünden çocuksu davranışlara saplanıp kalabilirler.
YORUM YAPIN