İyi İnsan Olmanın Psikolojik Maliyeti : “İyi İnsan” Olmak Nedir? Ve “İyi İnsan” Olmanın Beraberinde Getirdiği Sorunlar Nelerdir?

İyi insan olmak zordur bu hayatta.

İyi insan, herkese aynı saygıyı gösterebilendir.

İyi insan, herkese aynı sevgiyi gösterebilendir.

İyi insan, kötülük yapana da iyilik yapabilmeyi bilendir.

İyi insan, elindeki ile mutlu olmasını bilendir.

İyi insan, elindeki ile mutlu etmesini bilendir.

İyi insan, yardım istenmeden ihtiyacı olana yardım edebilendir.

İyi insan, iyi insan olduğu için aptal yerine konulduğunda bile gülüp geçebilendir.

İyi insan, başkalarının hayallerine ulaşmasını engellemeyendir.

İyi insan, herkese hakkını vermeyi bilendir.

Velhasıl, iyi insan olmak zordur bu hayatta!

    İyi İnsan Olmak…

    Hayatımız boyunca birçok sıfatla anılırız. Mesleğimiz, başarılarımız, ilişkilerimiz… Ancak tüm bu sıfatların ötesinde, “İyi bir insan mıyım?” sorusu belki de her şeyden daha önemli bir yer tutar. İyi bir insan olmak; görünmeyen, ölçülemeyen ama derin bir şekilde hissedilen bir değerdir. Peki, iyi bir insan olmak ne demektir? Bazen en küçük detaylarda saklıdır. Bir çocuğun masum bir sorusuna sabırla cevap vermek, bir yaşlının yavaş adımlarına eşlik etmek ya da doğaya zarar vermemek için gösterdiğiniz özen… Bazen ise büyük fedakarlıklar içerir; bir kriz anında sorumluluk almak, zor bir durumda birine destek olmak. Ancak iyi insan olmak, ne kadar büyük ya da küçük bir eylemde bulunduğunuzla değil, o eylemi hangi niyetle yaptığınızla ilgilidir.

    Günümüzde bu soruyu sormak daha da zor hale geldi. Hepimiz, hızla akan bir hayatın içinde kaybolmuş durumdayız. Gündelik telaşlar, hedefler, yoğunluklar… Ancak tüm bu koşturmacanın içinde durup “İyi bir insan olabilmek için bugün ne yapabilirim?” sorusunu sormak çok kıymetli. Çünkü bu soru, bizi tekrar özümüze döndürür. Özellikle çocukların masum dünyalarına tanıklık ederken iyilik kavramı çok daha farklı bir boyut kazanıyor. Çocuklar için iyi bir insan olmak, güven veren bir ses tonu, onları koşulsuz kabul etmek ve hissettiklerini anlamaya çalışmaktır. Onların dünyasında, iyilik, sevginin en saf halidir ve bu iyilik, onlara hissettirdiğiniz bir dokunuşla, bir bakışla, bir sözle yankı bulur.

    İyi insan olmak, yalnızca başkalarına karşı davranışlarımızdan ibaret değildir. Kendimize de iyi bir insan olmalıyız. Çoğu zaman, başkalarına gösterdiğimiz şefkati kendimize göstermeyi unuturuz. Dinlenmeye, hatalarımızı kabul etmeye, kendimizi yargılamadan olduğumuz gibi görmeye izin vermeliyiz. Çünkü kendi içimizde huzur bulmadıkça, başkalarına iyilik sunmamız zorlaşır. Elbette bu yolculuk kusursuz olmayı gerektirmez. Hepimizin hataları var ve bu hatalar bizi insan yapar. Ancak iyi bir insan olmak, her hatanın ardından yeni bir şey öğrenmeye, kendimizi geliştirmeye ve başkalarına da bunu yansıtmaya çalışmaktır.

    “İyi İnsan” Olmanın Evrensel Tanımı Nedir? “İyi İnsan” Olarak Tanımlanabilmek İçin Nasıl İlkelere Sahip Olunması Gerekir?

    “İyi insan” kavramı, evrensel değerlerle birlikte kişinin ahlakı, karakteri ve davranışlarına dayanan bir tanımı içerir. İyi bir insan, hem kendi yaşamında hem de çevresindekiler üzerinde olumlu etkiler yaratan, başkalarına zarar vermekten kaçınan ve yaşamı anlamlı kılmaya çalışan kişidir. Ancak iyi insan olmanın tanımı, kültürlere, inançlara ve bireysel değerlere göre farklılık gösterebilir.

    İyi İnsan Olmanın Temel Özellikleri

    1-Dürüstlük

    • İyi bir insan yalan söylemekten, kandırmaktan ve adaletsizlikten kaçınır.
    • Sözünde durur ve başkalarının güvenini kazanmaya özen gösterir.

    2-Empati

    • Başkalarının duygularını anlamaya ve onları önemsemeye çalışır.
    • Karşısındaki insanın ihtiyaçlarına duyarlıdır ve destek olma çabası gösterir.

    3-Adalet

    • Kendi menfaatleri için başkalarını ezmekten veya haklarını çiğnemekten kaçınır.
    • Herkese eşit mesafede durur ve hakkaniyeti gözetir.

    4-Yardımseverlik

    • Karşılık beklemeden iyilik yapar.
    • İnsanların mutluluğuna ve refahına katkıda bulunmak için çaba harcar.

    5-Alçakgönüllülük

    • İyi bir insan, kibir ve üstünlük duygularından arınmıştır.
    • Başarılarını abartmadan paylaşır ve başkalarını küçümsemez.

    6-Saygı

    • İnsanlara, doğaya ve hayvanlara karşı saygılıdır.
    • Farklı düşüncelere, yaşam tarzlarına ve inançlara hoşgörüyle yaklaşır.

    7-Sorumluluk

    • Hem kendi hayatında hem de topluma karşı sorumluluklarının farkındadır.
    • Üzerine düşen görevleri yerine getirme konusunda titizdir.

    8-Sabır

    • Zorluklar ve anlaşmazlıklar karşısında soğukkanlı ve sakin kalmayı başarır.
    • Başkalarının hatalarını anlayışla karşılayabilir.

    9-Sevgi ve Şefkat

    • Sevgi dolu bir yaklaşım sergiler ve etrafındaki insanlara şefkat gösterir.
    • İlişkilerinde kırıcı değil, yapıcı bir tutum benimser.

    10-Kendini Geliştirme

    • Sürekli daha iyi bir insan olma çabasındadır.
    • Hatalarını kabul eder ve bu hatalardan ders çıkarır.

    İyi İnsan Olmanın Etkileri

    • Kişinin Kendisine Etki: İyi bir insan, huzurlu bir yaşam sürer çünkü vicdanıyla barışıktır.
    • Çevresine Etki: İnsanlara ilham verir ve onların da iyi olmalarına katkı sağlar.
    • Topluma Etki: Toplumun birlik ve beraberliğine olumlu katkılarda bulunur, güven ortamını güçlendirir.

    İyi İnsan Olmanın Evrensel İlkeleri

    İyi bir insan olmanın kriterleri her ne kadar farklı kültür ve inançlara göre şekillense de, bazı evrensel ilkeler her yerde geçerlidir:

    • Başkalarına zarar vermemek.
    • Adil ve dürüst olmak.
    • Doğayı ve hayatı korumak.
    • Başkalarına karşı sevgi ve saygı göstermek.

    İyi Bir İnsan Olmanın Muhtemel Maaliyeti: “İyi” Olmak Gerçekten de İyi Mi?

    “Fazla iyi bir insan olmak, sizi vaktinizden çok önce öldürebilir”. Bu cümlenin sahibi Dr. Gabor Maté, konuşmalarında ve yazılarında sık sık “fazla iyi” insanların göreceli olarak erken yaşlarda deneyimledikleri, önemli bir kısmı ölümcül olan sağlık problemlerinden bahsediyor. Peki neden bu insanların başlarına böyle talihsiz şeyler geliyor? 

    Öncelikle buradaki “fazla iyi” tanımını açalım; Yardımsever, empatik, düşünceli, kibar, fedakâr, hoşgörülü bir insan olmamızda elbette ki sakınca yok. Aksine, kutuplaşmanın ve ayrılık bilincinin giderek arttığı dünyamızda, böyle hassas ve nazik ruhlara daha da fazla ihtiyacımız var. Fakat burada fark etmemiz gereken ince bir çizgi var — Tüm bunları yaparken kendi ihtiyaçlarımı ihmal ediyor muyum? Çatışma yaşamamak adına, duygularımı (özellikle de öfkemi) sıklıkla bastırıyor muyum? Net sınırlar çizmek ve “hayır” demek beni zorluyor mu? Kendimi başkalarının duygu durumlarından sorumlu hissediyor muyum? İyi bir insan olmak uğruna kendimi “feda” ediyor olabilir miyim? Bu soruların cevapları çoğunlukla evet ise, çizginin ötesine geçmiş olabiliriz ve bu “fazla iyi” insan olma durumu, bir travma tepkisi olabilir.

    İngilizce’de “People Pleaser” olarak geçen karakter yapısı; herkesi memnun etmeye ve herkesle iyi geçinmeye çalışan, başkalarının ihtiyaçlarına odaklı yaşayan kişileri ifade ediyor. Bu aslında çoğu zaman çocukluğumuzda öğrendiğimiz, bir çeşit hayatta kalma mekanizması. Çoğunlukla, bu karakterin oluşumu, çocukluğumuzda duygularımızı rahatça ifade edeceğimiz, güvenli bir ortam içinde bulunamamış olmamızdan kaynaklanıyor. Örneğin, sık sık kavga eden ebeveynlerle büyüyüp, ortamı yatıştıran kişi olmak zorunda kalmış olabilir bir “people pleaser” ya da duygusal olarak olgunlaşmamış ve depresif ebeveynlerinin duygu durumlarını dengede tutmak onun göreviymiş gibi hissetti bu kişi. Hatta belki de “people pleaser” olarak tanımlanan kişi, ebeveynleri  tarafından kabul görmek için “uslu çocuk” rolüne büründü. Dolayısıyla bu özellik, bir çeşit bir travma sonrasında egonun kendini korumak için geliştirdiği bir sistem.

    Dışarıda bir tehdit hissettiğimizde ya da yüksek stres yaşadığımız dönemlerde sempatik sinir sistemimiz aktive oluyor. Bunun üzerine savaş, kaç, don ve fawn tepkilerini veriyoruz:

    Savaş tepkisindeyken, agresif ve saldırgan bir tutumla olayın üzerine gidiyoruz ve bedenimizi tüm gücümüzle savaşmaya hazırlıyoruz.

    Kaç tepkisindeyken, panik içinde olaydan uzaklaşıyoruz. Yokmuş gibi davranıyoruz. Bizi zorlayan ya da tehdit eden durumlarla yüzleşmekten kaçıyoruz.

    Don tepkisindeyken kendimizi hissiz ve kopuk hissediyoruz. Çeşitli bağımlılıklarla duygularımızı bastırıyor, kendimizi uyuşturuyoruz.

    Fawn tepkisinde ise çatışma yaşamamak ve kendimizi güvende hissetmek adına, etrafımızdaki kişileri memnun etmeye odaklanıyoruz. Bulunduğumuz ortamlara uyumlanmak adına kendimizden vazgeçiyoruz.

    Bu tepkiler, yırtıcı hayvanlarla karşı karşıya gelmek gibi gerçek, ölümcül tehlikelere maruz kalan atalarımızın hayatta kalmalarını sağlayan bir tür uyumlanma durumuydu. Biz de çeşitli acil durumlar içerisinde kaldığımızda (kazalar, acil müdahale gerektiren hastalıklar, doğal afetler, saldırıya maruz kalmak gibi) bu tepkiler gerekli olabilir. Fakat bedenimiz, gerçek (hayatımızı tehlikeye sokan) bir tehdit ile zihnimizde ürettiğimiz bir stres unsurunu ayırt edemiyor. Bu sebeple, kronik yüksek stres sonucu bu yıkıcı tepkilerinin içinde gereğinden uzun kalmak, bedende bir tür çöküşe zemin hazırlıyor. Bağışıklık sistemimiz zarar görmeye başlıyor ve akabinde çeşitli hastalıklar baş gösteriyor. Fawn tepkisi ise belki de içlerinde fark edilmesi en zor olanı. Özellikle de kadınlar için büyük bir tehlike. Çünkü patriarkal düzen, daha küçük yaşlardan itibaren kadına belirli roller yüklüyor; uslu ve uyumlu olmak, kavgaya karışmamak, gerginlik çıkarmamak, çok konuşmamak, bakım vermek, fedakarlık yapmak, alttan alan kişi olmak ve benzeri niceleri… Dolayısıyla aslında bir travma tepkisi olan uyumlanma ihtiyacı, toplum tarafından teşvik ediliyor. Ortada bir sorun yokmus gibi görünüyor. Fakat ne yazık ki araştırmalar bunu göstermiyor.